Pan; mitolojide dağlık Arkadia’da küçükbaş hayvanların ve çobanların tanrısıdır. İnsan yüzlü fakat keçi boynuzlu ve keçi bacaklı, bedeni kıllarla kaplı çirkin ve garip bir yaratık olan tanrı Pan; insanların, hayvanların uyuduğu kızgın, ıssız yaz öğelerinde birdenbire, beklenmedik gürültüler koparır, dört bir yana “panik” korkular saçarmış. Bu gürültüleri işiten canlılar dehşete kapılır, can havliyle ne yapacaklarını şaşırırlar ve tüm bedenlerini korku ve dehşet sararmış. İşte buna benzer şiddetli ve aklı baştan alan korkulara, PAN’dan kaynaklanan korku ve dehşet anlamında PANİK adı verilir. Nedeni belli olmayan, aniden başlayan ve belirsiz zaman aralıklarıyla tekrar eden kişiyi dehşete düşüren, yoğun sıkıntı, kaygı ve de korku nöbetleri olarak adlandırdığımız “panik ataklar”ın herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda tekrarlanacağı kaygısına da “panik bozukluk” diyoruz.
Peki nedir bu Panik Bozukluk? Panik bozuklukta yaşanan ataklar sırasında şu belirtiler yer alır: çarpıntı, göğüs ağrısı ya da göğüste sıkıntı hissi, nefes darlığı ya da boğulacakmış gibi olma, terleme, titreme ya da sarsılma, bulantı ya da karın ağrısı, üşüme, ürperme ya da ateş basmaları, uyuşma ve karıncalanmalar, baş dönmesi, sersemlik hissi, düşecekmiş ya da bayılacakmış gibi olma, geçekdışılık duyguları ya da benliğine yabancılaşma, ölüm korkusu, kontrolünü kaybedeceği ya da delireceği korkusu. Bu belirtilere bir tehlike beklentisi veya sonunun geldiği düşüncesi ve atağın ortaya çıktığı ortamdan kaçma dürtüsü de çoğu kez eşlik eder. Bir panik atağı sırasında bu belirtilerin hepsi görülmeyebilir. Panik atağın en temel özelliği; yukarıda sıralanan bedensel ve duygusal belirtilerden en az dördünün bulunduğu, şiddetli bir korku ve huzursuzluk ile karakterli bir süreç oluşudur.
Panik bozukluk tek başına görülebilmekle birlikte genelde agorafobili olmaktadır, hastaların büyük bir çoğunluğu atakların geleceğini düşündüğü yerlerden kaçmak isterler. Örneğin; toplu taşıma araçlarından, sinema- tiyatro gibi yerlerden, yalnız başına sokağa çıkmaktan ya da yalnız başına evde kalmaktan (atak geçirdiklerinde kendilerine yardım sağlayacak kişilerle birlikte olmak isterler) asansöre binmekten, dar sokak ya da köprülerden, tünellerden, Pazar yerlerinden, kalabalık ve büyük alışveriş merkezlerinden…. fakat yanlarında bir kişi olduğu takdirde yoğun bir sıkıntı da duysalar bu yerlere girebilirler.
Panik atağın nedenlerine baktığımızda; çok spesifik bir neden göremiyoruz. Bazıları sebepsiz olarak da başlayabilir, ama yapılan araştırmalara göre; stresli yaşam olayları bireylerin direnme gücünü azaltıyor ve böyle bir dönemde de hastalığın ortaya çıkması kolaylaşıyor. Bunun yanında ailesel yatkınlık da göz ardı edilemez. Günlük yaşantımızda, yaşadığımız bazı stresli durumlar sonrasında ortaya çıkan çarpıntı, nefes darlığı, göğüste baskı vb. fizyolojik belirtiler birey tarafından “ölüyorum, kalp krizi geçiriyorum, felç oluyorum” gibi yanlış düşünceler ve yorumlarla atakların şiddetini arttırarak bu hastalığın oluşmasına neden oluyorlar. Hastalığın fizyolojisine bakarsak; beynimizde nöron adı verilen sinir hücrelerinden salgılanan, heyecan ve duygusal yaşantılarımızı düzene sokan bir takım beyin hormonlarının düzensiz çalışmasıyla panik bozukluğun oluştuğunu görüyoruz.
1871’den başlayarak daha çok bir kalp hastalığı gibi kabul edilen bu tablo, 1980’den bu yana “Panik Bozukluk” adı altında psikiyatrik bir hastalık olarak ele alınmakta ve tedavisinde de medikal yöntemler, psikoterapi (özellikle bilişsel, davranışçı yöntemler), nefes egzersizleri ve gevşeme teknikleri kullanılmaktadır.
Buket Eylem Doğan / Klinik Psikolog (Değerli katkısı için teşekkür ederiz.)