Dünya Nüfusu ve Göçler

Ülkemizdeki yabancı sayısının kontrolsüz şekilde artması küresel nüfus düzenleme politikasının bir parçasıdır. Gelişmiş ülkelerdeki genç nüfusun azlığı, buna karşılık gelişmemiş ya da gelişmekte olan ülkelerdeki genç nüfusun çokluğu, dünyayı ekonomik ve politik olarak yönlendirmeye gücü olan ülkelerin iştahını kabartmaktadır. Bu muktedirler, toplumlara ülkelerin devlet gibi değil şirket gibi yönetilmesini empoze etmektedir. Her şirket yaşlanan, emekliliği gelen çalışanını işten çıkarıp üreten genç nüfusla yoluna devam eder.

Bu yazıda anlatılan şudur. Devletler şirketleşmiştir. Bu Şirketler (Gelişmiş ülkeler) birçok markanın sahibidirler. Vatandaşlarını bu markaları yaşatmak için besledikleri birer işçi görürler. Emekliler şirkete çok büyük yük getirir ve artık işe yaramazlar. Markayı yaşatmak için yeni, genç çalışanlara ihtiyaç vardır. Gelişmiş ülkelerdeki düşük doğurganlık oranı nedeniyle genç nüfus ihtiyacı, adeta birer insan üretme çiftliğine dönüştürülmüş ülkelerden gelen göçlerle giderilir. Markanın doğası gereği dini, dili, milliyeti olamaz. Örneğin Roma İmparatorluğu da bir markadır ve nüfusuna kattığı farklı milletlere ait genç nüfusla genişlemiştir. Ancak yine de ele geçirdiği ülkelerdeki etnisite ve dine dokunmamıştır. Günümüz marka sahibi- şirketleşmiş devletler ise ulus devleti yok edip, din ve dili teke indirme yolundadır.

Gelişmiş Ülkeler Neden Yaşlı Bir Nüfusa sahiptirler?

[BM’ye göre 65 yaş ve üstü yaşlı olarak kabul edilir.]

Bunun birkaç nedeni vardır. Gelişmiş ülkelerde kadın diğer bölgelerdekinden daha fazla insan kabul edilirler ve kaç çocuk doğuracağına kendileri karar verebilirler. Uygarlaşmamış toplumlarda ise kadın ev işleri yapan bir bebek fabrikasıdır. Kadın ekonomik özgürlüğüne kavuştukça ve eğitim aldıkça insan özelliklerinden daha fazla yararlanmaya başlar ve çocuk ancak belli bir yaştan sonra ve bakılabilecek sayıda, 1 en fazla 2 tane düşünülür. Belki de çocuk hiç yapılmaz. Nüfus ikame oranı yani bir toplumun nüfusunun aynı kalması için gereken doğum oranı 2.1 olarak kabul edilir. Her ölene karşılık 2.1 bebek.

Diğer neden kentlileşmedir. Kent nüfusu arttıkça, kira, eğitim, ulaşım masrafı ve çalışma süresi artar ve çocuk yapmak için hem zaman olmaz hem de para yetmez. 2020 yılında Türkiye’de il ve ilçelerde yaşayan insan oranı %93.4’tür. Yani kırsalda yaşayan neredeyse kalmamıştır ya da kırsal diye tanımlanabilecek bir alan kalmamıştır. 

KENTLİLİK ORANI Dünya Avrupa
1950 29.1 51.2
2010 51.3 74.2

Neden Kentlileşme?

200 yıl kadar önce, dünya nüfusu kırsalda yaşıyordu. Ancak sanayi devriminden sonra iş için belli yerlerde toplanan insanlar kentleri büyüttü. Kırsal kentler için nüfus yaratırken, kentlerde icat edilen teknoloji nedeniyle dünya giderek zehirlendi. Kentteki ortak altyapı imkanları (Toplu konut, merkezi ısınma, kanalizasyon, toplu ulaşım vb) nedeniyle kent yaşamının “iyi” ve doğa dostu olduğu, kırsalda tiny house vb sahibi olmanın, köy yaşamının gezegene kötülük olduğu anlatılıyor. Oysa, dünyayı 8 milyar nüfusa kavuşturarak zehirleyen asıl neden şirketleşmedir. Kentlileşme şirketleşmenin yan ürünüdür. Gelişmesine izin verilmeyen toplumların ürettiği genç nüfus, neredeyse kısırlaşmış kentli çalışan nüfusun yerine bir kaynak olarak tutulacağı kesindir. Çok çocuk yapılması önerilirken, diğer yandan ülkenin yaşanılmaz hale sokulması, üretilen genç nüfusun gelişmiş ülkelere ihracından başka bir şey değildir.

Ülkelerin Tarihsel Gelişimi

Tarih boyunca sermaye ülke yönetimlerinde – doğal olarak – etkili olmuştur. Kralların da savaşmak için paraya ihtiyacı vardır. Kral kalabilmek için halkın söz dinleyecek kadar fakir ve cahil kalması ve gerekir. Sadece parası olan derebeyleri krala sözlerini geçirebilir. Halkın kral çevresinde toplanabilmesi ise milliyetçilik ve din ile sağlanmıştır. Örnek; Haçlı Seferleri. Bu şekilde bir arada tutulmayan insanlar, büyük devletlerin ortaya çıkmasından çok önce yani avcı toplayıcı toplumun yaptığı gibi barınma, korunma, beslenme gibi insani ihtiyaçlar nedeniyle daha iyi imkanları olan yerlere göç ederler. Çok uzun bir süre boyunca bu şekilde idare edilen dünya, sanayi devriminden itibaren gelişen “marka” ve “şirket” tanımlarıyla farklı bir yönetim anlayışına geçmiştir. Din ve milliyet kavramları gücünü “marka”ya  bıraktıkça devletin yerini şirketler almıştır. Görünürde din ve milliyet söylemleri, yer yer eskisi kadar etkili görünseler de aslında o söylemler çoğunlukla şirketlerin algı yönetiminden başka bir şey değildir. Devlet artık şirket ve vatandaş artık çalışandır. Yaşlı sadece masraf yaratan gereksiz bir yüktür. İnsan ömrünün uzaması, 90 yaşın makul algılanması ve yaşlı insanların ihtiyaçları da şirketin bu yükünü ağırlaştırmaktadır. Bu nedenle tüm dünyada emeklilik yaşı yükseltilmektedir. Bundan 30-40 yıl kadar önce  ülkelerdeki ortalama 40 yaş civarı olan emeklilik yaşı şimdilerde 65 civarıdır.

Bazı Oranlar

Kadın Başına Doğurganlık Oranı 2020 %
Belçika 1.55
Fas 2.35
Brezilya 1.65
Nijer 6.89
Afganistan 4.75
Irak 3.55
Türkiye 1.92
Yunanistan 1.34
İtalya 1.24
Romanya 1.60
Bulgaristan 1.56
Kanada 1.40

 

“Ölmekte olan bir ülkeyiz.” Beatrice Lorenzin. 2015, İtalya Sağlık Bakanı

2022’de dünyanın en yaşlı ülkeleri sırasıyla: Japonya, İtalya, Finlandiya, Portekiz, Yunanistan, Almanya, Bulgaristan, Hırvatistan, Letonya, Fransa’dır. En genç ülkeler ise Gambiya, Nijer, Fildişi Sahili, Afganistan, Mali, Çad, BAE, Zambiya, Uganda, Katar’dır.

Tablodan görüleceği üzere kentlileşmenin fazla olduğu yerlerde nüfus yaşlanmakta ve orijinal toplum katmanında yok olmakla yüz yüzedir. Bu nedenle örneğin Belçika ve Kanada gibi ülkeler milliyet ve din göz etmeden yalnızca ülke isimlerini yaşatmak için göçmen kabul etmektedir. Bulgaristan ve Japonya göçmen kabul etmeyerek bu yüzyıl sonunda dünyadan etnisite olarak silinmeyi göze alanlara örnek bir ülkelerdir.

Belçika, yaşlanan nüfusu dengelemek için bir çok ülkeden özellikle Fas’tan göçmen kabul ederken, Fas’ta 2.35 doğurganlık oranına sahip kadınlar Belçika’ya yerleştiğinde doğurmayarak bu planı boşa çıkarmıştır. Devletin doğum yardımı, izin vb tanıdığı hiçbir imkan doğurganlığı artıramamıştır.

Kanada, çoğuna insan ayağı değmemiş yaklaşık 10 milyon km2 geniş topraklara sahiptir. 1960 yılında 17,9 milyon nüfusa sahip ülkenin 2021 yılında 38,2 milyona ulaşmıştır. 2040-2050 yılları civarında nüfusun 50 milyon olmasını hedeflemektedirler. Yakın zamanda Kanada’dan ayrılıp ABD’ye bağlanma konusunu referanduma götüren, nüfusun tamamına yakınını Kanada’ya dışarıdan gelen ilk yerleşimcilerin oluşturduğu Quebec kenti dışında ülkede hemen her yere yerleşebilirsiniz. Quebec yönetimi göçmene karşı değildir. Sadece kendi şehirlerinde göçmen istememektedirler. Kanada’lı şirketler kendi ülkelerinde yapamadıkları çevre katliamlarını örneğin Türkiye Kaz Dağları’nda siyanürle altın arayarak, ormanları keserek aslında aynı anda iki şeyi başarırlar. Ülkelerine hem altın götürürler hem de ondan daha değerli olarak, kazdıkları ülkeyi yaşanılmaz hale getirip genç nüfusu kendi ülkelerine yönlendirirler. Bu genç nüfusu toparlama operasyonun bir başka yönü de gezegenimizin yaşadığı iklim değişikliği nedeniyle giderek ısınıyor olması sonucunda, bugün zaten sıcak yerlerin yaşanması imkansız bir doğaya dönüşüp, yine bugün yaşaması zor kabul edilen Kanada topraklarının yakın gelecekte bereketli arazilere dönüşmesi beklendiğindendir. 

Kanada nüfusu; %19 İngiliz, %15 Fransız, %14 İskoç, %13 İrlanda, %9 Alman, %4 İtalyan, %4 Çinli, %4 yerli ve %18 diğer milliyetlerden oluşur. Yani toprakların asıl sahibi %4’tür. Bunlar hiçbir zaman milliyetçilik duygularıyla ayaklanamazlar. Kanada’yı kolonileştirip sonradan ülkeleştiren Britanyalı ve İrlandalıların kendilerini milliyet olarak Kanadalı ifade edeceklerini varsayarsak 2021 itibariyle göçmen olmayan Kanadalılar  ülke nüfusunun %46 sını oluşturduğunu söyleyebiliriz. 

Emeklilik Ne Zaman İcat Edildi?

Toplumsal anlayış olarak emeklilik ilk çağlardan beri vardı ancak her toplumda farklı tarihlerde ve farklı biçimlerde yasalaşmıştır. Augustus zamanı Roma İmparatorluğu’nda savaşçıları emeklilik yasalaştırmıştır. 1866’da Osmanlı İmparatorluğu’nda kurulan Askeri Tekaut Sandığı da bir örnektir. Ancak bunlar sadece önce asker daha sonra rahipleri de kapsadıkları için birer özel kulüpten farklı değillerdi. Modern emeklilik ilk kez 1886’da Almanya’da Otto Von Bismarck tarafından tüm çalışanları kapsayan biçimde yaşlılık ve maluliyet sigortası olarak yasalaşmıştır. 1908’de İngiltere’de yaşlılık sigortası başlamıştır. Türkiye’de emeklilik uygulaması 1946 yılında SSK, 1950 yılında Emekli Sandığı ve 1972 yılında Bağ-Kur’un kurulmasıyla başlamıştır. Buradaki mantık bu kurumların sahip olduğu menkul ve gayrimenkullerin işletilerek elde ettiği gelir ile yaşlılık ve maluliyet nedeniyle emekli olanların ihtiyaçlarını karşılamaktır. Günümüz itibariyle bu kurumların sahip olduğu gelir getiren hemen tüm varlıkları elden çıkarılmıştır ve emekli maaşlarının ödenebilmesi, çalışan nüfusun ödediği primlerden elde edilmektedir. Benzer durum tüm dünyada söz konusudur. Kendi kendine masrafını karşılamak üzere kurulmuş sistemin varlıkları muktedirler tarafından yağmalandığı için bugün emeklilik yaşı sürekli yükseltilmekte ve her şeye rağmen emekli olanların yaşam koşulları giderek ağırlaştırılmaktadır. Emeklilerin masrafını yük göstermeye çalışmak kendini idame eden sistemin varlıklarının yağmalandığını ört bas etmekten ibarettir. Özetle yaşlılar devletlere yük değildir.

Sonuç; giderek artırılan kentlileşme oranı ve bunun sonucu doğurganlık oranının düşmesi nedeniyle dünya nüfusu korkulan boyuta ulaşamayacaktır. Doğurganlık oranı düşük gelişmiş ülkelerin, göçmenlerle nüfus idare etmesi sonucunda kendilerine ait çoğulcu bir milliyetleri kalmayacaktır. İklim değişikliği gezegenin defalarca yaşadığı doğal süreçtir ancak canlıların buna adapte olmasına fırsat vermeden, nüfus aktarımı amaçlı ormanları, nehirleri yok etmenin bedeli hesaplanandan ağır olacaktır. Bu süreç sonunda şirketleşen devletler parçalanarak yerini yeni devletlere bırakacaktır.

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz